Social Icons

18 Nisan 2014 Cuma

Bir adada yalnız kalsanız yanınıza almanız gereken tek şey: Akbil


Büyükada'da Yaşamak

Yaz gelirken, 5 yıldızlı tatil köylerinin; yurt dışı turlarının reklamları hız kazandı. İzinler çoktan girildi, bütçeler planlandı. Dukan ve Karatay diyetleri arasında seçim yapıldı.
Bu kadar itinalı hazırlıklar yaptığımız tatilin en fazla 10 gün içinde bitecek olması çok acı. Halbuki İstanbul'da yaşayanlar için tüm yazı; tatil kafasında geçirmenin bir yolu var. 10 günlüğüne 5 yıldızlı bir tatil köyüne ayıracağınız bütçeyle;  3 ay boyunca Adalar'da yaşayabilirsiniz. Biz bundan 2 yaz önce bunu deneyimledik ve hayatımızın en güzel yazını yaşadık.





Yazı geçirmek için biz tercihimizi Büyükada'dan yana kullandık. Anacak Burgaz ve Heybeliada'da da sezonluk ev kiralayabilirsiniz. Üstelik çok daha ekonomik koşullarda.
2 seçeneğiniz var: denize veya iskeleye yakın olmak; ya da biraz daha içeride ama bahçeli bir ev tutmak.  Sezonluk kiralanan evlerin hemen hemen hepsi eşyalı. Bu yüzden sadece valizinizi alıp geliyorsunuz. Yaz dönemi ulaşım çok rahat ; vapur sıklığı çok fazla.

Akşamlarınızı; ada sakinliğinde, hanımeli ve yasemin kokuları arasında geçirdikten sonra, işe gitmek de zor gelmiyor. Cumaya kaç gün kaldığını saymadan geçirdiğim 3 ay geçirdim.

Adada yaşayınca, haliyle misafiriniz de çok oluyor. Hiç bir hafta sonunu hatta hafta içi herhangi bir akşamı ev arkadaşımla baş başa geçirdiğimizi hatırlamıyorum. Bunu baştan tahmin ettiğimiz için güzel bir hatıra defteri yaptık kendimize. Her gelen misafirimiz bir şeyler karaladılar. Güzel şeyler detaylarda gizli.. Şimdi o defter, yangından ilk kurtarılacaklar listesinde birinci sırada.



Özellikle, iskeleye yakın bir işiniz ya da esnek çalışma saatleriniz varsa; bir yazınızı Adalar'da geçirmeden ölmeyin..


























7 Nisan 2014 Pazartesi

VALİZ İÇİNDE YAŞAM


Şakayla karışık sitem; daha çok özlem duygularıyla yazdığımız ''Memur çocuğu olmak'' yazısına karşılık; memur bir anneden dokunaklı bir yazı aldık.

Emekli Öğretmen Semire Filiz Çakırlar'ın kaleminden..




50’li-60’lı yılları, göçmen kökenli  bir ailenin çocuğu olarak yaşadım .Televizyonun olmadığı, gazetenin evimize girmediği,ana sınıflarının yaygın olmadığı dönemde; altı yaşında başladığım ilkokulda okumayı yazmayı çabuk kavradığımdan okul çantamı erken taşımaya başladım .Bu benim ilk çantamdı. Ufak tefek olduğumdan, çantama kalemim silgim ve defterimden başka şeyler koyamıyordum . Arkadaşlarımın çantalarında gördüğüm Ayşegül serilerine bakmakla yetiniyordum. Aysegül kitaplarindaki hayat( ..tatilde, parkta.......)hayal gücümü zorluyordu .Tatili, güzel giysileri hayal etmeyi öğretti .



İlkokul sonunda ufak tefek olmama rağmen yatılı okul yollari gözüktü . Kimse sormamıştı yatılı okulda okumak istiyor musun diye. Yalnız annemin beynime işleyen sözleri aklımda ‘’Benim gibi olmayasın diye yolluyorum.’’     

   

Yatılı okul yollarındaki bavulum 50 santimetre genişliğinde,  20 santimetre yüksekliğinde bir valizdi. İçine tüm ihtiyaçlarım yerleştirilmişti . Meslek sahibi olana kadar  tüm ihtiyaçlarım o valizdeydi.

Evlendim, görev icabı Karadeniz’e gittim . Yanımda yine tek bir valiz vardı.Yine tüm dünyamı  tek bir valize sığdırmıştım.




Çocuklarım oldu (ikiz) biri kız- biri erkek . İşte o zaman anladım tek bir valizin bana yetmeyeceğini. 80’li-90’lı yıllarda çocukların valizlere sığmadığını.




4 Nisan 2014 Cuma

Ankara için...



Ankara.. 
Şairlerin, müzisyenlerin es geçtiği, sadece İstanbula dönüşlerinin sevildiği,
İlk aşkımın anılarını bekleyen , yurdumun boynu bükük kenti..

Orhan Veli' nin gözleri kapalı dinlemediği, 
Yahya Kemal'in tepeden bakıp ilham bulmadığı;
Salkım salkım tan yelleri estiğinde, Vedat Türkali'nin uzaktan bile düşünmediği 
Nazım Usta'nın hiç bir parkında ceviz ağacı olmadığı, 
Sezen Aksu'nun gözünün yaşını yüzdürüp, en büyük kederine şahitlik etmeyen
Şimdi orda olmak vardı diye iç çekilmeyen 
Hiç bir sokağı deniz kokmayan, 
Martı sesleri duyulmayan

Her an terkedilme korkusuyla yaşayan, 
İhanete göz yummaya hazır bir sevgili gibi Ankara..


Sen şiirlere, şarkılara konusu olamasan da, son  5 gündür yüzlerce insan seni
 ' haramilerin' elinden kurtarmak için savaşıyor.. Uğruna uykusuz saatler geçiriyor..
İlk gençliğimin bozkır rüzgarında kurumuş, çatlak dudaklı kenti, 
Sonunda hakkın teslim  edildi..















3 Nisan 2014 Perşembe

90’LARDA MEMUR ÇOCUĞU OLMAK!! Anlayamazsınız..

Beni en büyük çeken büyüyünce de giyeyim diye 3 numara büyük alınan spor ayakkabının ayağımdan fırlaması.. Anlayamazsınız:)

Son zamanlarda sosyal medya; 90' larda çocuk olmak üzerine; o devrin şahsına münhasır bizi gülümseten anılarıyla dolu. Bence bunun bir alt kategorisi  daha var: 90’larda Memur Çocuğu Olmak. 
·         
      Kıyafetlerin en az 2 beden büyüğünü  giymek: Memur çocuğuysanız üzerinize cuk diye oturan bir pantolan; ayaklarınızı saran bir ayakkabı giymiş olma ihtimaliniz bir hayli düşüktür. Beden eğitimi derslerinde memur çocuklarını ,üstlerinden dökülen eşofmanlardan tanıyabilirsiniz. Bir beden eğitimi dersinde ayağıma 2 numara büyük alınmış spor ayakkabının; kasadan takla atarken yan tarafta bekleyen arkadaşımın kafasına uçmasını unutmam mesela. Beden derslerini test çözerek geçirmeye başlamamın miladı o gündürJ





·         Yerli malı haftasında muz getirenlerle  ayrı dünyaların insanı olmak: 90’larda memur çocuğu olanların topik meyvelerle olan tanışıklığı beslenme saati ve daha çok yerli malı haftasıdır. Yerli malı haftasında  yüksek gelirli ailelerin çocukları,  güzel yurdumu en iyi temsil eden meyvenin muz olduğuna inanırdı.  Tropikal kuşağın simgesi olan bir meyveyi, yerli malı haftasına ''prensip gereği'' götürmek istemeyen, sınıfın aydın kesimi elbette memur çocuklarıdırJ Çam fıstığı ve badem gibi benzer gıdaları da  aynı idealist nedenlerle sadece yılbaşı  gibi özel günlerde tüketirler. Hiç bir memur aile, çocuğunun asaletini pastırma kokusuyla zedeleme riskini göze alamaz. Ay başından ay başına ufak tavizler verilebilir sadece.


·         Maymun fobisi geliştirmek:  Şu an her köşe başında tekel bayi gibi açılan LC Waikiki mağazaları; 90’larda tam bir prestij markasıydı. Her kim ki, t-shirtünde maymun resmiyle gezer; o an sıradan ölümlü çocuklardan ayrılır, kolay kolay kimseyle muhatap olmazdı. Hal böyle olunca memur çocuklarında o yaşlarda gelişen maymun fobisini anlayabilmek zor olmasa gerek.



·         192 taksiti kalan  kooperatif borcunun bitmesini beklemek:  Elimden gelse, o dönem inşa edilen tüm kooperatif müteahhitlerine dava açarım. Memurların gayrimenkul sahibi olmak için verdiği 15-20 yıllık mücadele yüzünden; o kadar çok çocuğun bisiklet rüyası , yaz tatili hayali rafa kalkmıştır ki.. 5 yaşımda başlayan; teslim zamanı 3 yıl boyunca 6 ay ötelenen kooperatif  yüzünden; dönemin favorisi  Sindy yerine, süper çakma Sandy bebekle avutulmuştum.

·         Küçük kardeşseniz ; her şeyin 2. eline sahip olmak: Memur çocuğu olup, ikinci el kıyafet giymemenin, kullanılmış bisiklete binmemenin, üzeri karalanmış kitaplar okumamanın tek bir yolu vardır; ailenin büyük çocuğu olmak. Bunlara altın memur çocukları diyebiliriz. Her şeyin gıcır gıcır, yenisine sahip olurlar. Biraz daha az şanslı olan gümüş memur çocuklarıdır ki ailenin küçük çocuğu olmasına rağmen   kendinden büyük olan kardeşle aynı cinsiyettendir. Eğer bu statüdeyseniz kullandığınız eşyaların  biraz yıpranmış ve modası geçmiş olmasını göz ardı edebilirsiniz. Bu konuda bronz hatta çakıl taşı statüsünde olan memur çocukları ise hem ailenin küçük çocuğudur hem de büyük kardeşle farklı cinsiyettedir ve tam anlamıyla madurdur.  Mesela küçükken pembe kazak giyememem ya da uzaktan kumandalı arabayla oynamam tesadüf değildir. Abim sağolsunJ




·         Yaz tatilinde misafirhane, öğretmen evi ya da aile pansiyonunda kalmak: 3-5 yılda bir çıkılan 1 haftalık tatile gitmeden önce Miami Vice’daki görüntüleri hayal edersiniz. Anneniz bagaja küçük tüpü sıkıştırmaya çalışırken rüyanızdan uyanırsınız. Tatil yerlerindeki fahiş fiyatlı yemeklerden yiyeceğinizi düşünmediniz herhalde. Ortak mutfak paylaşımı olan pansiyon, misafirhane, öğretmen evi tatilleriniz için emrinize amadedir. Annenizin ‘’çok az şey dahil’’ pansiyona götürmek için koyduğu havlu, terlik, 4 kilo dayanıklı domateslerin arasına, arkadaşınızdan ödünç aldığınız deniz yatağını sığdıramadığınız için evde bırakmak zorunda kalabilirsiniz.



·         Büyüyünce doktor olmaya yönlendirilmek:  90’larda  doktorlar; öyle sıradan memurdan görülmezdi. O yüzden doktor çocuklarını lütfen yukarıda bahsettiğim trajikomik hikayelere dahil etmeyin. Onlar platinium memur çocuklarıdır. Bir memurun kafasında çocuğunun mesleğiyle ilgili tek bir hayal vardır: doktor olması
Memur ailelerde ideal meslek 3 ana kriteri sağlamalıdır:
1)      Garanti olmalı, sırtını devlete dayamalı:  Şaşırtıcıdır ki; memur çocuklarının aileleri devlete sırtını dayamanın ne olduğunu 70'lerde; en son da 80’de acı şekilde görmüştür. Hatta pek çoğu sürülmüş,işkence bile görmüştür. Ama yine de çocuğunu üst düzey memur yapmak ister. Özel sektörden; devletten korktuğundan daha fazla korkar. Devletin zulmü, özel sektörün stresinden daha iyidir onlar için. Bu yüzden bildikleri en havalı memuriyeti isterler: Doktorluk.
2)      Hem idealist; aynı zamanda ‘’tamamen duygusal’’ olması: Mesela dünyaca ünlü piyanist ya da darphane gibi çalışan bir galeri sahibi ol; memur bir aileyi mutlu edemezsiniz. Bir kere mezuniyette duygusal anlar yaşayacakları, gözyaşlarının sel olacağı bir bölümden mezun olmanız lazım. Eşe dosta kazandığınız parayı önemsemiyormuş gibi yapıp ; kurtardığınız hayatları anlatma şansı vermeniz lazım. Bunların hepsi sizi tek bir kariyer planına yöneltiyor: doktorluk
3)      Başkalarından ayrışacak bir simge taşımalı: Annemin beni bir altın gününe beyaz önlük ve stetoskopla  götürme ihtimali olmasaydı belki de doktor olurdum, bilmiyorum. Üniversite tercihlerimde tıp fakültelerini alt sıraya yazmamda bu kaygının da etkisi vardı sanırım:)  



Seri üretime geçilmiş bir evde yaşamak: Ev yapımı mayonez ve sarelle yemek; salçayı sulandırmak suretiyle yapılmış ketçap kullanmak  90’larda her memur çocuğuna nasip olmuş bir ayrıcalıktır. Sadece bayramda toplanan harçlıklarla mahalle bakkalından bisküvi, çikolata alabilmek, bunun dışında kalan zamanlarda becerikli ellerin pişirdiği kek, poğaça , börekle abur cubur aşkını gidermek de yine memur çocuklarının anlayabileceği bir alışkanlıktır.


Her şey bir yana, çok güzel günlerdi vesselam...


1 Nisan 2014 Salı

Politika ve İlişkiler arasındaki 10 benzerlik


Politika fena halde geleneksel ve bir o kadar da ataerkildir..O yüzden ilişkilerdeki davranış modelleriyle çok fazla ortak yanı vardır. Kumarda kaybeden aşta kazanır ama seçimde kaybeden taraftakiler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim..

1)  İkisinde de kesinlikle tutamayacağın sözler verir, vaatlerde bulunursun:
 Ankara'ya boğaz getireceğim , mazotu 1 lira yapacağım hatta ofsaytı bile kaldıracağım dersin. İlişkide ölene kadar yalnız seni seveceğim, yazlığı da üzerine yapacağım dediğin gibi.



2) Kendinden öncekilere şiddetle nefret duyar onların hiçbirine benzemediğini savunursun:
Ezanı Türkçe okutan CeHaPe zihniyetine saydırırsın. Senden önceki iktidarların bu halka zulmettiğini, senin sayende demokrasi geldiğini savunursun. Bir yandan da THY’de kırmızı ruju yasaklarsın, gece içki satşını durdurur , Beyoğlu’nda masaları toplatırsın. Tıpkı öncekilere  benzemediğini iddia edip , sevgilinin etek boyundan kavga çıkarman ,erkek arkadaşının maç izlemesine trip atman gibi. Ama sen başka erkeklere ya da kızlara benzemezsin, o ayrı..




3) Üç vakte kadar bencilleşir, ne koparabildiğine bakarsın:
İki dönem hizmet ettik, saçımızı süpürge ettik, biraz da biz yiyelim dediğin dönemde ayakkabı kutularını doldurmaya başlarsın. İhalelerde peşkeş çekersin. İlişkinde de ilk aylarda yaptığın süprizleri rafa kaldırır, ‘’yorgunsan dışarda yiyelim aşkım’’lara son verirsin. İşten gelip göbeğini kaşıyarak kumandaya hakim olursun. ''Yemek hazır değil mi'' ya da ''çay koymayacan  mı'' diye mutfağa seslenirsin.




4) Kaybetme riskini gördüğün an kesenin ağzını açarsın:
Baktın anketlerde oy kaybetmeye başladın, bütçe kalemleriyle oynamaya başlarsın. Metro inşaatını durdurur, odun kömür dağıtırsın. Daha da yetmedi su gitmeyen köye bulaşık makinesi yollarsın; tıpkı sevgilin görüşme sıklığınızı haftada bire düşürdüğünde , iş yerindeki arkadaşlarıyla her mesai sonrası yemeğe çıkmaya başladığında playstation ya da kombine almak yerine sürpriz tatiller ve pırlanta kolyelere paranı harcadığın gibi.



5) Suç işlediğin an jestler yapmaya başlarsın:
Polisinin dayağından, sıktığın gazdan gençler ölür; annemin altın gününde  kısır yemek bırakılır, tencere tava çalınmaya başlanır; sen anlarsın ki halkın ağzına bal çalmak lazım. Marmaray'ın açılışı yaparsın; 4 dakikada kıtaları aşan halkı büyülemeye çalışırsın. Sevgilini aldatır; iş yerine çiçek yollarsın. İlişkiniz boyunca söylediğin toplam  ''seni seviyorum''un %80'ini bu 3 günde söylersin.





6) Kötü gidişatın nedeni hep dış mihraklardır:
Politik istikrarsızlığın, gezi olaylarının, terörün nedeni kendi yaptığın politikalar değil, hep dış mihraklardır.Hepsi faiz lobisinin, Avrupa Birliğinin ve okyanus ötesinin oyunudur. Senin bir siyasi parti olarak hiç suçun günahın yoktur. İlişkide de böyledir. Ya annesi ilişkinize çok müdahale ediyordur , ya arkadaş çevresi kötüdür. Karşıdaki hatun ayartmasa , zorla yatağına girmese, senin  hiç aklında yoktur.



7) Atara gelemezsin:
Siyasette halk kuzu gibiyken meydanda cirit atar demokrasi naraları atarsın. Halk güvenliği bana emanet, kılınıza zarar getirmem dersin. İstediğin politikayı yürürlüğe sokar, ben size hizmet için varım tevazülerini havada uçurursun. Ne zaman ki halk yaptığın politikayı beğenmez; ormanına da, üniversitesine de sahip çıkar; sokağa dökülür; senin ayarların bozulur. Basarsın biberi, copu. Haddini bildirirsin. İlişkide de böyledir: akşam uzayan toplantılara, unutulan yıl dönümlerine karşın  tribi yiyince; ''ne zaman evlenicez'' , ''yanındaki kız kimdi'' sorularından köşeye sıkışınca, yaygarayı kopartırsın. Telefonları açmaz, mesajlara dönmezsin. Yanına gittiğinde suratını asar , karşındakine zulmedersin.



8) Destekçi toplamak için elinden ne geliyorsa yaparsın:
Seni alkışlayan çoksa, kişi sayısı ne kadar fazlaysa sesin o kadar gür çıkar. Dağ köyüne mecburi hizmete yolladığın öğretmenine, doktoruna ne yolluk verirsin, ne kira yardımı yaparsın. Ama Kazlıçeşme yolları çetrefilli olduğundan kumanya ve yol yardımını esirgemezsin. Sonuçta alkışlamak ciddi bir efor ve enerji gerektirir. Çocuk okutmaya ve hasta bakmaya benzemez. Terk ettiğin de ve aldattığında da benzer bir efor sarf edersin. ''Evet yaptım ama sor ki neden yaptım'' la başlayıp; kimi zaman gözyaşlarına kadar varan türlü sahne gösterileriyle eşin dostun desteğini toplarsın.



9) Tükürdüğünü hep yalarsın:
3. köprünün İstanbul için cinayet olduğunu söyler ve şiddetle karşı çıkarsın. Sonra şehrin trafiğine çözüm getiren kahraman olarak temel atma törenine katılırısın. Okyanus ötesine selam durduğun kardeşlik yıllarını unutur; içimizdeki köstebekleri yok edeceğiz dersin. İlişkide de sözde asla özür dilemezsin; kapında yatsa bile affetmezsin. Bir buket papatya tav olacağını nereden bileceksin:)



10) Kendini garantiye alır almaz salarsın: 
Seçim biter, koltuk 4 yıl daha garantidir. Vitesi boşa alma zamanıdır. Ankara'da yarım kalan metro inşaatları 4 yıl daha bekleyebilir. Nikahı bastın nasılsa; 8 kilo alsan da boşayacak hali yok ya...



''Politikada dürüst olmak Ayşecik rolünde film çevirmeye benzer'' (Emre Yılmaz)
Malesef çoğu ilişkide de öyle...