31 Aralık 2013 Salı
2013 biterken..
2013’ü bitirirken ;
Kısa süredir tanımama rağmen,
çabuk bağlandığım biber gazı ve ayakkabı kutularına,hangisini daha çok
sevdiğime emin olamadığım platonik aşklarım Melih Gökçek ve Egemen Bağış’a, çikolatayla
kısa bir süreliğine aramıza giren diş ağrıma, evimi yıkan müteahhite, kaporamın
yarısını vermeyen ev sahibime, beni aldatan eski sevgilime ve aldatamayacak
kadar beceriksiz olanına, bozuk para vermediğim için bana bağıran taksiciye, zorbalıkla
yapılan ODTÜ yoluna, beklediğimden düşük gelen pazar payına, hazirandan bu yana
bizi hiç yalnız bırakmayan kahraman Türk Polisine, kızlı erkekli evlere, faiz
lobisine, beni gripten kasıtlı olarak kurtarmayan ilaç lobisine, 3 dakkayla
kaçırdığım 14 vapur ve 6 otobüse, neden yalnız olduğunu ve hayatı boyunca
yalnız olacagını 30 saniye içinde anladığım erkeklere,kadınlara; bi daha gelmem
diyip 8 sefer daha gittiğim kazıkçı cafelere, bi türlü kabarmayan çikolatalı
kekime,haftada 3 kez halimi hatrımı soran vefalı Dijitürk’e ve bir türlü
tutturamadığım sayısal lotoya katkılarından dolayı teşekkür ediyor ve yeni
yılda ‘’bizimle diyılsın’’ diyorum..
2014, seni şimdiden çok seviyorum
Herkese mutlu, umutlu seneler
diliyorummmmm!!!!
26 Aralık 2013 Perşembe
Yavru Vatan İtalya!!
Üzerinden takriben 2.5 ay geçtikten
sonra; nihayet İtalya notlarını toparlayabildik. Kurban Bayramı tatilinde
5 günde 4 şehrini gezdiğimiz İtalya için
ancak dişimizin kavuğuna gitmedi yorumu yapılabilir sanırım. Roma-Floransa –Venedik üçgenine bir de
Trento’yu ekleyerek kısa tatilimizi biraz farklılaştırabildik. İtalya’da yapılacaklar ve görülecekleri
burada paylaşmak son derece yavan olur
çünkü pek çok Türk’ün İstanbul’da gezilecek yerden daha fazla Roma için
önerileri olduğunu googlelayarak bulabilirsiniz. Türklerin en fazla ziyaret
ettiği ülkeler arasında Ukrayna ve Arabistan’dan sonra İtalya’nın geldiğini
bizzat matematiksel olarak kendimiz ispatladık. Karşılaştığımız her 10 kişiden 2
tanesinin Türk olduğunu söyleyebilirim. Öyle ki Roma’da kaldığımız 2 geceden
birinde, Türk arkadaşlarımızla tesadüfen karşılaşıp, akşam yemeğini bile
beraber yedik. Ukrayna ve Arabistan’daki ‘’ibadet’’ aşkı, İtalya içinse sanat
aşkı bu ülkeleri Türkler için birer cazibe merkezi haline getirmiş olsa gerek.
Gezdiğimiz bütün şehirler estetik açıdan göz doyurucu ve keyifli olmasına
karşın; turizm ve ticaret öylesine rahatsız edici safhalara ulaşmış ki;
kendinizi yolunmayı beklenen kaz gibi hissetmemeniz olanaksız. Bu yüzden
İtalya’ya turist olarak değil; en az 3-5 ay yaşamaya gitmek lazım.
Gezdiğimiz bütün şehirlerde
konaklama ve yeme-içme dışında en önemli harcama kalemi ise müze girişleriydi.
Bütün İtalyanlar çalışmayı bıraksa; sadece müze girişlerinden elde edilen
gelirle; memleket ekonomisi ayakta kalır. Falanca katedraline giriş 40
euro,filanca şapeli için ekstra 10 euro, elektronik rehber için artı 5 euro,
üstüne Michelangelo’nun görkemli heykellerini görmek için 15 euro derken içimizdeki
sanat aşkının bedeli ağır oldu. 2. günden sonra ağır dozda alınan sanatın
sarhoşluğu yerine İtalyan şaraplarınınkini tercih etmeye karar verdik.
Collessoum’da ebediyete intikal etmiş kahraman gladyatörlerimiz huzurunda
saygı duruşuna mütakip, Michelangelo’nun çıklak erkek heykellerine ‘’işte
bunlar hep sanat’’ diye kadeh kaldırdıktan sonra; kendimizi makarna ve pizza
arasındaki karbonhidratlarla döşenmiş yolda keyifli bir yolculuğa
bıraktık.
Roma-Floransa ve Venedik’de
gezdiğimiz yerleri sadece fotoğraflarla paylaşmak istiyoruz. Zaten Roma’da
Collessoum, Trevi Fountain, İspanyol Merdivenleri, Floransa’da Piazze del
Duomo, Venedik’de San Marco önündeki fotoğraflar; Türklerin düğün fotoğrafları
kadar çok ve yaygınJ
Bu rutin İtalya turu arasına
farklı bir tat katan kuzey şehri Trento’dan bahsetmek gerekiyor.
Trento’ya öyle merak edip de
gitmiş değiliz. İtalya’ya gezmeye gidenlerin kolay kolay yolu düşmeyecek ancak
bizim gibi bir dostu ziyaret etmek amacıyla geçerken uğranılacak bir şehir.
Roma-Floransa –Venedik gibi akdeniz ülkesi şehrinden ziyade; tarihinde
Avusturya’dan kopup geldiğini sonuna kadar hissettiren dağlık bir kuzey kenti.
Üniversite öğrencilerinin kattığı hareketliliği saymazsak, inzivaya çekilip
emekliliğinizi sürdürebileceğiniz bir yer. Şehrin içinden bindiğimiz
teleferikle nehrin üzerinden geçerek Sardagna adında bir İtalyan köyüne
ulaşıp, sıcak şarap ve kestanenin tadına baktık.
Sözün özü; orjinal bir tatil beklentisinde olanları, 3-5 günlük İtalya seyahatinin tatmin etmesi pek mümkün değil. Fazlaca popüler, fazlaca turistik..
15 Aralık 2013 Pazar
Bu Güneş beklenmez..
Tarihin en magazinsel kesitlerini
izlediğimiz Muhteşem Yüzyıl türevi diziler ve okuduğumuz romanların hafızamızda
yarattığı karelere limon sıkan kitap uyarlamalarından sonra, şüphesiz ki
en popüler trendlerden biri de geçlik dizileri. Hayat Bilgisi, Kavak Yelleri ,
Küçük Sırlar gibi iyi bir izleyici kitlesi yakalamış dizilerin ardından son
zamanlarda karşımıza çıkan başka bir örnek daha var: Güneşi
Beklerken..
Dizide bir grup lise öğrencisinin
arkadaşlıkları ve tabi ki daha çok aşkları konu ediliyor. Öğrencilik ama ne
öğrencilik! Mesela dizideki has oğlan aynı zamanda okulun sahibi olan
ailenin tek oğlu, her sabah son model arabasıyla okula gidiyor. Ders
çıkışı ise, o mekan senin, bu mekan benim dolaşıyor. Son dönem dizilerde
oldukça sık karşılaştığımız, ata sporumuz boksla uğraşıyor. Ve tabi ki tüm
gençlik dizilerinin en büyük 2 klişesi bu dizide de kullanılıyor: para içinde yüzen
has oğlumuz, aile sevgisine aç bir ergen ve bu da yetmezmiş gibi
kankasının sevgilisine aşık. Has oğlanın acılar içinde kıvrandığını gören
izleyiciler olarak hepimiz, her gün son model arabasıyla okula giden bu
gencin içinde bulunduğu süper travmatik duruma fena halde üzülüyoruz.
Çocukluğu ve ilk gençliği
90’larda geçenler hatırlar; bizim orta okul- lise yıllarımızda yeni palazlanan
Amerikan gençlik dizileri furyası vardı. Evimiz Hollywood’da ve İlk Öpücük
benim aklımda kalanlar. Her gün okuldan döner dönmez üstümü dahi değiştirmeden
bu dizilere kitlenirdim. Dizideki karakterlerin ne ödevi olurdu, ne de çözmesi
gereken testleri. Bütün teneffüslerde kantinde buluşup, her fırsatta
öpüşürlerdi. Sizin aldığınız harçlık sadece tek kaşarlı tost almaya yeterken ve
eteğinizin boyu nöbetçi öğretmenin inisiyatifine bağlıyken, izlediğiniz
gençlerin altında araba, havuz partisine gitmelerini izlemek elbette o yıllarda
fazlasıyla heyecan vericiydi. Benim yapmam gereken ödevler, kazanmam gereken
sınavlar vardı. Üstelik değil bol öpüşmeli havuz partileri; bir arkadaşın doğum
gününe gitmek için, partiye kimlerin geleceğinin listesini bir hafta önceden
anne babayla paylaşıp izin almak gerekirdi. Bu dizilerdeki arkadaşlar öğrenci
hallerine bakmadan birbirlerine pahalı taşlar alırken, hediye almak için sizin
tek kaşarlı tostlara 1 hafta veda edip harçlık biriktirmemiz icap ederdi.
Dizileri izledikçe içimde kopan ergen isyanlarını varın siz düşünün..
Evde bu dizilere gelen
yasak için babamın tesadüfen tek bölüm izlemesi yeterli olmuştu. Evdeki
demokrasi arayışıma cevap bulamayınca, babamın bir diktatör olduğuna karar
verip, ödevlerime geri dönmüştüm.
Güneşi Beklerken dizisiyle
karşılaşınca, babamın kararının ne denli yerinde olduğunu fark ediyorum. Bugün,
yetişkin olmasına rağmen pek çok kadının içine bir Bihter Ziyagil olma hayali
yerleştirmeyi başarmış parlak Türk yapımcılar; ergen ruhları arayışta ve
isyanda olan gençler için, bu dizilerde gördükleri hayatı bir rüyaya
dönüştürebilecek kudrette. Herhangi bir idealden ve davadan uzak, gelecek
kaygısı olmaksızın, aşk üçgenleri içinde heba olan bu karakterler dilerim ki
yeni kuşağın beyninde birer rol modele dönüşmesin.
Bundan 6 ay önce; özgürlükleri
için sokaklara dökülüp gaza boğulan Gezi çocuklarına öykünen; aşkın, emek ve
saygıyla; gücün, para değil bilgi ve idealle geleceğine inanan bir nesile
ihtiyacımız var.
Güneşi bekleyenleri değil, Güneşi zaptedenleri izlemek
istiyoruz ekranlarda...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)