Social Icons

12 Ekim 2013 Cumartesi

Nice Yıllara GONCA!!!




Bu yazı sizin için çok faydalı bir yazı olmayabilir, hatta vakit kaybı bile diyebiliriz. Çünkü, ne gezilecek, görülecek bir yer anlattık, ne yenilecek, tadılacak bir şey önerdik. Fotoğraflar da bile tek bir kişi olduğu için, eğlenceli gelmeyebilir. Bu yazı bir kutlama yazısı. Zira bugün insanlık için küçük; ancak ben ve benim gibi birkaçı içi büyük sayılabilecek bir adımın 30. senesi. Doğum günü kutlama mesajlarının klişeliğinden kaçmak için; Berlin Duvarı’nın yıkılışını kutlar gibi bir metin çıkarttım sanki ortaya. Bu satırları okurken, Gonca çoktan bi posta dalgasını geçmiştir ‘’ doğum günümü mü kutluyorsun, temel atma töreninde konuşmama mı yapıyorsun belli değil’’  demiştir çoktan.

  12 Ekim 1983’den önce dünyanın baĞzı karanlık güçler altında olduğununa dair hiç bir kanıtım olmamakla beraber;  sanki hafif bir alaca karanlık durumu varmış gibi hissediyorum.  Son 13 senedir çektirdiğim fotoğraflarımı derleyip topladığımda ‘’mutlu kareler  albümümün’’ tüm karelerinde yer alan ortak tek bir sima var: Gonca. O’nun olmadığı kareler ‘’sepia’’ seçeneğiyle çekilmiş gibi, hafif kahverengi sanki. Canlılığını kaybetmiş, solgun renkli , ‘’burada bişiy eksik’’ dedirten fotoğraf kareleri işte.



Vay efendim ''kara gün dostu''; aman efendim ''vefanın başkenti'' gibi bol ağdalı söz öbeklerine girip; özünde duygusal olması gereken bu yazıyı, Gonca’nın önümüzdeki 9 gün boyunca (daha uzun süre aklında tutamaz- sayısal zekasındaki keskinliğin aksine, okuduğunu, izlediğini aklında tutabileceği maksimum gün sayısı: 9) dalga geçeceği bir malzeme haline getirmek istemiyorumJ
Kızların dostluklarının çok uzun süreli ve derin olmayacağına dair genel geçer bir takım ön kabuller vardır. Ufak bir kıskançlık krizi; taraflardan birinin hayatına giren sevgili, birinin küstüğü adamla, diğerinin görüşmeye devam etmesi; tek bedeni kalan elbisenin diğeri tarafından alınması gibi  kız kankalıkları bitiren son derece mühim ve asla affedilemeyecek büyük olaylar bizim aramızda hiç yaşanmadı. İkimiz de çocukluğunda pembe çoraplar ve kırmızı kurdeleli pabuçlar giymiş; büyüyünce de  tuvaletini pembe yapan kızlardan olmadığımızdandır belkide.




5 yılımızı ODTÜ’nün 10 metrekarelik odalarından birinde geçirdikten sonra; aramıza bir oda mesafe koyduğumuz Beşiktaş’daki evimize taşındık. Burada Gonca 2 yıl boyunca analitik zekasını tüm beşerin ortak olduğu 2 temel sorunu çözmeye adadı: 1) mutfaktaki kalorifer böceklerinin kaynağı 2) rutubetten akmayan tuzlukları akar hale getirmek. Calculus ve ekonometri dersinde efsaneleşen başarılarını ne yazık ki pratik hayatta kullanamadı. Böceklerin kaynağını bulamadı. Evden taşınırken, rutubeti gidermesi için tuzlukların içine attığı pirinç; tuzdan daha fazlaydı ve yine de akmıyordu.

Gonca’nın ‘’heryeri bilen insan’’ ünvanı almak için ne kadar canla başla uğraştığını bilemezsiniz. Türk olmanın gereğini her coğrafyada yerine getirmek için kendisine sorulan bir adresi asla bilmiyorum demez. Çin’deki 3. günümüzde 2.5 saattir bulmaya çalıştığımız caddeyi ararken, avrupalı 2 turiste yol tarif etmesi bunun en güzel örneğidir. Gonca her yeri bilir; gerçekten bilir. Bilemediği durumlarda ‘’bence bu tarafta’’ gibi büyük  bir öz güven göstermesinin kaynağı; analitik zekası ve  güçlü sezgilerinin yanı sıra; yanında benim gibi park ettiği arabayı 1 saat 45 dakikada bulamayan yer yön özürlü bir arkadaşının olmasıdır. Gonca dese ki senin ev Bostancı’da değil; Merter’de; vallahi inanırım.



Cebimiz 3 kuruş para görmeye başlayınca; kendimizi yollara attık Goncayla. Memur çocukları  olmanın ortak paydası budur zaten. Çocukluğumuz boyunca ikimiz de ne zaman gezmek, tatil yapmak istesek ; bitmeyen kooperatif borcu engeline takıldık. Sanal alemde örgütlenen gezme tozma; yeme içme gruplarının üyeleri arasında bir araştırma yapılsa, eminim %80’inin memur çocuğu olduğunu öğrenirsiniz ve geçmişlerinde kooperatif borcu travmasının olduğunu. Hal böyle olunca; çalışma hayatına girer girmez; ayakkabı ve manikürden kıstığımız maaşlarımızı gezmeye tozmaya harcadık. Gonca, bir gezginin hayatında olabilecek en iyi yol arkadaşıdır. Hem uçakla gidilen kısa mesafelerde; hem 13 yıldır devam eden yolculuğumuzda. Gonca cam kenarını önce hep bana teklif etmiştir..

İki arkadaş sürekli amerikan sitcomlarından bir kesit gibi hayat yaşamıyoruz tabi. Sürekli gezme tozma; ‘’bu akşam nerde yesek,  bir de paraşütü mü denesek’’le geçmiyor günler. İş sıkıntısı, müdür baskısı, biten ilişkiler, nereye gidiyoruz kaygısı, öldükten sonra gömülsek mi yakılsak mı sorunsalına kadar varan upuzun bir kaygı listemiz var bizim de ayrı ayrı. Gonca’nın çözünürlüğü artıran kimyasal özelliği bana hep rakının suyla ilk buluştuğu anı hatırlatır. Nasıl ki suyu rakıya kattığınız ilk anda; rakı acılığını ve keskin beyazlığını ağır ağır kaybederse; Gonca’yla dertleştiğinizde de tüm sıkıntılarınız aynı şekilde keskinliğini ve acılığını kaybeder. Gonca tam bir ‘’acı çözeltici’’dir.  Ne zaman biten bir gönül hikayesinin acısıyla Gonca’nın karşısına otursam; aklımda artık buralarda duramayacağım düşüncesi olur. İşten bunalıp karşısına her geçtiğimde, küçük bir ege kasabasında domates yetiştirme fikrime kendisini de ortak etme çabasındayımdır. Hangi derdimle Gonca’nın karşısına oturursam oturayım; gece hep aynı biter: ya ‘’o kaybederrrr’’ (sondaki r’nin sayısı rakı duble mi tek mi; ona bağlıdır) diyerek ertesi gün yeniden aşık olmaya karar vermişimdir ya da işimi sevdiğime ikna olmuşumdur. Gonca, önündeki rakıya su eklerken; benim dertlerime de su ekler sanki ve her defasında o gece , o masadan kesin bir kahkaha sesi yükselir.



Gonca uzun yazıları sevmez; sonuç odaklı olsun, özet geçsin ister. Ben de başlayınca bir türlü duramam. Ama bugün O’nun doğum günü. Zaten yeterince uzattım, daha fazla kızdırmadan özete geçelim:

İyi doğdun Gonca!  İyi doğdun güzel insan!
Gideceğimiz çok yer, seveceğimiz  çok insan var daha..
Beraber devireceğimiz nice 30 yıllara...





















9 Ekim 2013 Çarşamba

Bir ODTÜ'lünün Vicdan Muhabesi


16.09.2013 radikalblog
http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/bir-odtulunun-vicdan-muhasebesi-33387

ODTÜ, öğrencilerine pek çok üniversitede yaşama fırsatınızın olamayacağı bir özgürlük alanı sağlar. Bunda tarihindeki devrim mücadelelerin yanı sıra Ankara gibi gri  bir şehrin içinde her daim renkli kalan tek yer olması da etkilidir.
Üniversiteye girdiğim günden itibaren; her ay başka bir eyleme şahit olduk.Bizim gibi  gündem zengini bir ülkede eylem yapmak için bolca gerekçe oluyor zaten.  Teskere yasası, kamu mallarının özelleşmesi gibi siyasi gerekçelerden; yemekhanedeki fiyat artışına kadar insanların mağduriyetine neden olan her konuda ODTÜ'lüler hep duyarlıydı; protestolarda  hep başı çekti. Mezun olalı 7 sene oldu; hala hayatımda sahip olduğum en gurur verici etiketin ODTÜ lü olmak olduğunu söyleyebilirim.



Ancak türban  konusunda ODTÜ’lülerin nezdinde özgürlük ve demokrasi aktivistlerinin eylemsizliğini sorgulayıp duruyorum.  AKP’nin; türbanlı arkadaşların nazarında özgürlüklerini lütfeden bir kahraman olarak algılanması özellikle bir kadın olarak daha fazla gururuma dokunuyor. Keşke diyorum her seferinde; şahit olduğum ya da katıldığım eylemlerden biri de türbanın serbest bırakılması için olsaydı; öğrencilik yıllarımda; perukla ya da şapkayla kampüse girmek zorunda kalan arkadaşlarımın özgürlük açlığına daha fazla empatiyle bakabilseydim ve onlarla beraber sokaklara dökülseydim. Son 3 aydır içki yasağı, gezi parkı, polisin orantısız müdahalesi, biber gazı, satılan kamu malları ve tüm demokratik haklarımız için yaptığımız eylemleri; keşke vaktiyle türban için de yapsaydık. Türbanın serbest bırakılması; 6 tane gencin ölümünden mes'ul bir hükumetin sandığa her gidişinde kullandığı bir zafer nişanı değil; kişisel özgürlükler için mücadele eden eylemcilerin söke söke elde ettiği bir hak olsaydı keşke.  
Hafızamdan silinmeyen başka bir hatıra ise ODTÜ’de kutlu doğum haftasında yaşanan talihsiz bir olaydır. Kutlu doğum haftası sebebiyle; bir grup öğrenci ODTÜ kütüphanesinin arkasındaki mescidin önünde, gelip geçen herkese gül dağıtıyordu. Bunun irticai bir faaliyet olduğuna karar veren bir grup karşıt görüşlü arkadaş gül dağıtan gruba müdahale etti ve gül dağıtmalarını engelledi. O zaman buna karşı hepimiz tepkisiz kalmıştık çünkü din ve dine dair herhangi bir sembolden öcü gibi korkuyorduk. O gün, mescidin önünde inandıkları dini liderin doğumunu kutlamak için naif şekilde gül dağıtan öğrencileri sabote etmek ya da türbanının üstüne taktığı perukla kampüse girenlere duyarsız kalmak; bugün AKP’nin gerine gerine söylediği %50’nin içine benim yan yana okuduğum sıra arkadaşlarımı da dahil etti. Ve ben onları; kendi kişisel özgürlüklerini bir lütuf gibi sunan ve oy malzemesi yapan, muhafazakar diktatörler partisine kaybetmekten dolayı suçluluk ve pişmanlık duyuyorum.
Gezi parkı eylemine gittiğim bir akşam; Antikapitalist Müslümanlar gurubuyla karşılaştım ve  tuhaf bir mahcubiyet hissettim. Gurubun içindeki türbanlı arkadaşlar, benim de peşine düştüğüm hak ve özgürlükler için sloganlar atıyorlardı. Halbuki ben onların din ve inanç özgürlükleri için hiç bir eylemde bulunmamıştım.
Son günlerde yaşadığımız başkaldırı, ‘’diğerleri’’ olarak gördüğümüz AKP tabanına karşı öfke ve nefret tohumları atmasın. Politik sorgulamalarımızı yaparken, kendimizi de hesaba çekelim. O % 50’nin %50 olmasında hiç mi katkımız yok?

7 Ekim 2013 Pazartesi

Kurumsal Hayatın 21 Semptomu



Mutlu olmanın, zengin olmanın, başarıya ulaşmanın trilyon yolunu anlatan listelerden nefret ederim aslında. Ama modern dünyada hepimizin, hap gibi sunulmuş reçetelere,tek cümleye sıkıştırılmış analizlere ve to do/not to do direktiflerine ihtiyacımız var. Ne yapalım,vakit dar. Kendi içsel yolculuğumuza çıkıp neyin bizi mutsuz; neyin mutlu ettiğini belirmek için uzun uzun düşünmeye zamanımız yok. Listeler lazım bize. Bir tanesini de ben paylaşayım istedim. Kaynak mı? tabiki anonim:)



Kurumsal Hayatın 21 Sendromu
1
Sabah 8 de çıkıp, akşam 8 de dönmektir
2
Hafıza yok edicidir; ayın son günü bankamatiğin önüne gidip, geçen 29 günü unutmaktır
3
Yılda 1 gittiğin  5 yıldızlı otel tatilinde mutlu bir hayat yaşadığını sanmaktır
4
Çocuğunu koleje gönderip, piyano dersi aldırarak vicdan rahatlatmaktır
5
Bir öğrenciye akşam yemeği hesabı kadar burs verip, günah çıkarmaktır
6
İş arkadaşlarınla diyete başlamak,yöneticiyle spor salonuna gitmektir
7
Bütün  dünya senin terfini konuşuyor sanmaktır
8
Yaptığın iş dünyayı kurtarıyor sanmaktır
9
Kendinden başka herkesin terfisini haksız saymaktır
10
Balayında muhakkak Maldivler'e gitmektir
11
Tek taşının karatına kendin karar vermektir
12
Frappuccino ve Mocha içmektir
13
Topuklu ayakkabı giyip yanında babet taşımaktır
14
2 ayda bir meyve sepeti beklemektir
15
Çiçeklerden orkideyi sevmektir
16
Ay başında Susan Miller okumaktır
17
Sevgilinden  ayrılınca terapiye gitmektir
18
Bekarlığa veda ve Baby shower yapmaktır
19
Her gün Starbucks içip, organik ürün almaktır
20
Asgari ücret ödeyip ayakkabı almaktır
21
Dedikodunun allahını yapmaktır






Mutluluk Listesi
1
Topuklu  ayakkabı giymemek, parmak arası terlikle gezmektir
2
Yeğeninle çizgi film izlerken, sunum hazırlamamaktır
3
Çocuğunun her anına tanık olmaktır
4
Aşık olmaktır
5
Sevişeceğin günleri , toplantı günlerine göre planlamamaktır
6
Pazara gitmektir
7
Vapurda denizi izlemek için yolu uzatmaktır
8
Terkedilğinin sabahı zoraki gülümsememektir, istediğin kadar ağlamaktır  
9
Tekrar aşık olmaktır
10
Tek bir şehre mahkum olmamaktır
11
Makyaj yapmamaktır
12
Kırışıklık  kremi kullanmamaktır
13
Kahvaltıda sucuk,  öğle yemeğinde soğan yemektir
14
Bahar gelince sokağın iğde ve hanımeli kokmasıdır
15
Ellerinle yemek pişirmektir
16
Memleket meseleleri tartışmaktır
17
Öz güvenini başkalarının belirlememesidir
18
Yaşadığın evin iş yerine mesafesini hesaplamamaktır.
19
Trafiği düşünerek plan yapmamaktır
20
Ölümlerin yasını istediğin kadar tutmaktır
21
Rüyanda yarım kalan sunumu görmemektir



































6 Ekim 2013 Pazar

Ekinoks Yaza Veda Partisi



Uzun zamandır sosyalleşmek adına yaptığımız tek hareket, whats up‘da organize olup, Caddebostan sahilinde oturup çekirdek çitlemek  ve bira içmekti. Balkanlardan gelen soğuk hava etkisinin farkına varınca; kış gelmeden üstümüze çöken rehaveti savuşturalım dedik ve daha önce hiç deneyimlemediğimiz bir işe kalkıştık: boğazda tekne partisi yaptık.
Yaptığımız en geniş kitleli organizasyonun geçen yaz gittiğimiz piknik olduğunu düşünürsek; bence hiç de fena iş çıkartmadık.
75 kişilik katılımın olduğu partimize, gece-gündüz eşitliği anlamına gelen coğrafi terimin adını verdik. Ancak ekinoksun 21 değil 23 Eylül’de olduğu yüzüme vurulduğunda; partinin adını ‘’nerdeyse Ekinoks’’ olarak değiştirdik.
Partinin en çok taktir toplayan ismi DJ’miz ve yakın arkadaşım İbo oldu (kına geceleri ve düğünler hariç tüm organizasyonlar için İbo’yla çalışmak isterseniz benimle irtibata geçebilirsiniz. Her iş için bana ocak başında yemek ısmarlıyacağına söz verdiJ)




Partimizin afişini başka bir yakın arkadaşımız Burkay tasarladı. Arka fonda Titanik’in kullanılmasında mizahi bir amaç yok; tamamen yanlış anlaşılma üzerine Burkay kiraladığımız teknenin ismini Titanik zannederek bu tasarımı yaptı.
Napalım, amatör ruhla yapılan bir organizasyona böyle ufak aksaklıklar yakışırJ Üstelik, gecenin başında tüm konuklara dağıttığımız alca seltzer ve çikolatadan oluşan parti kitinin; affettirici etkisi olduğuna inanmak istiyorum. Organizasyona kadın eli deyince, misafirlerin ertesi günkü mide ağrıları da hesaba katılıyor tabi. Dans ederken terleyenlerin sırtına havlu koymayı düşünmedik değilJ

21 Eylül ekinoks olmasa da yeterince önemli bir gün çünkü Ayça’nın doğum günü. Ayça’yla beraber Eylül’de doğan herkesin doğum gününü kutladık. Eylül ayında doğanlar, gecenin VIP’leri oldular.





Boğazın serin havasına rağmen, umuyorum herkes ‘’Nerdeyse Ekinoks Partisi’’ ile yaza veda etmekten memnun kalmıştır.


Ve işte Erdal Yirmibeşler’in objektifinden kareler..